Şengal’de Toplumsal Gerçeklik Ve Kadının Durumu

Êzîdîler Hakkında Bazı Bilgiler

Êzîdî halkı, kökü tarihin derinliklerine dayanan ve Kürt halkının en eski inanç biçimini barındıran bir yapıya sahip. Ancak kadim bir temele dayansa da şimdiki inanç biçimi, 1000’li yılların başında Şêx Adi’nin öncülüğünde oluştu.

Tarihin en eski topluluklarının kendilerini dilleri ve kültürel ortaklıkları üzerinden değil dinleri üzerinden adlandırmaları -Yahudilik’te olduğu gibi- hala devam eden bir tanımlanma biçimidir. Özellikle Şengal’deki Êzîdîlerde Kürt kimliğinden çok Êzîdî kimliğinin ön planda olması bu en eski toplumsal kimlik tanımlanması tarzının devamından kaynaklıdır. Êzîdîlerin çıkış sürecinde de Kürt halkının Kürt olarak adlandırılmaktan çok, dini ve hanedanlığı üzerinden adlandırıldığı biliniyor. (Kürt kelimesi Sümerlerde bile var olsa ve kelime olarak M.S. 200’lü yıllarda kullanılmaya başlanmış olsa da milli ve ulusal kimlik daha çok 200-300 yıllık bir tarihe sahiptir.) Êzîdîlerin hemen hepsi Kürtçe’nin Kurmanciya jor lehçesiyle konuşur. Tek istisna Başika çevresindeki Êzîdîlerdir. Bunlar Arapça konuşur. Bunların büyük ihtimalle Adani kökenli olduğu belirtilir. Çünkü Êzîdîler onların asimile olan Êzîdîler değil, en başından beri Arapça konuşan Êzîdîler olduğunu söylerler.

Êzîdîliğin temelinde Mazdaizm ve Zerdeştlik vardır. Ateşin ve güneşin kutsanması, ona dua edilmesi, ibadet yerlerinin onların yansıması olması gibi özelliklerle birlikte Êzîdîlik dini, bir melek inancı sistemi olması ve reenkarnasyon (‘kiras guhertin’) özellikleriyle bu temeli gösterir. Ateşin sönmemesi için bütün kutsal kubbelerinde ve Laleş’te özel görevlileri vardır, sabah güneşe dönerek dua ederler. Tek tanrılı dinlerden farklı olarak melekler çok etkilidir ve yine onlardan farklı olarak, ölen insanların faklı bir bedende tekrar dünyaya geldiklerine inanırlar. Bu özelliklerine rağmen İslamiyet, Hristiyanlık, Mani ve hatta Hindu dinlerinden de ciddi anlamda etkilendikleri, bazı özelliklerini benimsedikleri biliniyor. Bütün dinler birbirinden etkilenmiştir. Her din bir başka dinin bazı ibadet biçimlerini, mitolojilerini ve anlam verme biçimlerini benimsemiştir. Êzîdîlik dininde de olması anlaşılırdır ancak gerçekliği biraz daha karmaşıktır. Bu karışıklık ağırlıklı olarak Şêx Adi’yle ve Şêx Adi’den sonraki durumla alakalıdır. Şêx Adi’yle birlikte İslamiyet’in tasavvuf yanı öne çıkarken, onun ölümü ve Adavilerin zayıflamasıyla eski dini kimlikleri ağır basar.

Êzîdî inancında kadınlar

Êzîdî inancında kadınlar da dini öncü olarak kabul edilirler. Xatuna Ferxa en kutsal kubbelerden biri olarak bir kadının adınadır. Kadınlarla erkekler Laleş’teki ibadetlere birlikte katılır, ibadet törenlerinde dini görevliler, kadın ve erkeklerden oluşur. Evlilik kuralları ve boşanma kanunları diğer bölge dinlerine nazaran hem kadınlar için hem de erkekler için daha esnektir. Geçmişte tek eşlilik temel evlilik biçimi olurken, giderek bazı yerlerde özellikle de Şengal’de çok eşlilik gelişmiştir. Düğün ve etkinlikler de kadınlı erkekli halaylar çekilir. İki cins arası ilişkilerin evlilik öncesi flörtleri doğal görülür, yadırganmaz. Êzîdî toplumunda eğitim çok az gerçekleşmiştir. Eğitim imkanı oluşmaya başladıktan sonra kadınlar da erkekler gibi -Êzîdî halkının olduğu yerlerde- okullara gitmiştir. Ancak yine de belirtmek gerekir ki Êzîdî toplumu aile içerisinde ataerkil bir yapıya sahiptir. Erkek belirleyicidir. Tüm bu özellikler değerlendirildiğinde Êzîdî kadınları da ataerkil bir toplumsal gerçeklik içerisinde ikinci cins olarak görülür, ezilir. Ancak kendi toplumları içerisinde toplumsal yaşama katılma oranları ve söz sahibi olma hakları diğer bölge dinlerine nazaran erkeklerinkine daha yakındır. Bu nedenle öz güvenleri daha fazladır. Görece daha iyi olmaları özgür yaşadıkları anlamına gelmez. Tersine Müslüman halkların Êzîdî kadınlarını kaçırması ciddi bir toplumsal savunma refleksi oluşturarak kadınların dışa çok kapalı tutulmalarına yol açmıştır. Kendi içlerinde daha rahat olmaları, dışa karşı savunmayla dengelenir. Kadınlara yaklaşım meselesi, doğal toplum özelliklerinin varlığını sürdürmesi ve Êzîdî inanç sisteminin kökleriyle de ilgilidir.

Êzîdîlerde katliam ve soykırım gerçeği

Êzîdîler yaşadıkları katliama ferman diyorlar. Ferman bir otoritenin verdiği buyruk demek. Özellikle katliamı Ferman olarak tanımlamaları katliamların büyük çoğunluğunun Osmanlı İmparatorluğu döneminde sultanların ve eyalet valilerinin verdiği Fermanlarla gerçekleşmiş olmasındandır. Katliam ve Osmanlı Fermanı aynı anlama gelir Êzîdîlerde. Osmanlılardan Êzîdî diline kalan en belirgin kelime Fermandır.

Êzîdîlerin Osmanlı İmparatorluğunun kurulmasından hemen önce Kürdistan’ın hemen her yerinde çok yayıldığı, 13. yüzyılda Maraş’tan Serhat’a güneyde Şengal’e kadar etkili oldukları biliniyor. Osmanlıların kuruluşundan sonra ilk katliamları en batıda olan ve Osmanlı’nın komşuları olan Êzîdîler yaşadılar. O coğrafyadan öyle silindiler ki bir zamanlar Kilis, Sivas, Akdeniz üçgeninin en güçlü Êzîdî Mirliklerinin toprağı olduğu tarihi belgelerden bile çıkarıldı. Kilis’te şimdi Arap Sünni olan aşiretlerin bir zamanlar Êzîdîler olduğunu kimse tahmin bile edemiyor. Fırat’ın batısında Osmanlılar tarafından gerçek anlamda tarihten silindiler. Osmanlı-Safevi savaşları döneminde her iki imparatorluğun arasında kalarak, her iki taraftan da kendi lehlerine tutum almaları istendi ve her iki tarafın da saldırılarıyla büyük katliamlara uğramaktan kendilerini kurtaramadılar. Osmanlı’nın diğer Ortadoğu bölgeleri gibi Şengal-Şêxan alanlarını da hakimiyeti altına almasından sonra Êzîdîleri Müslümanlaştırmak için defalarca bu bölgeye yönelik Ferman çıkardığı belgelerde var. Müslümanlığı kabul etmezlerse her şey mubahtı. Kadın ve çocukların kaçırılıp satılması, kadınlara tecavüz edilmesi ve cariye olarak satılması, erkeklerin öldürülmesi bir gelenek haline getirildi. İnsanlık, DAİŞ saldırılarından dehşete uğramıştı ama toplumsal hafızası çok canlı olan Êzîdîler için bu uygulamalar hiç yabancısı olmadıkları vahşetlerdi.

Êzîdî direniş geleneği

Bütün tarihi belgelerde Êzîdîlerin bu saldırılara karşı kendilerini savundukları geçer. Hatta bir belgede ele geçirilen daha 14’ünü doldurmamış olan iki Êzîdî kızının direnişi, Êzîdî kadınlarına ibret olsun diye neler yaptıklarını da anlatmaktadır. Osmanlı askerlerin tecavüz etmek istemesine direnen Êzîdî kızlarından birinin askerin gözünü çıkardığı, diğerinin de elini ısırdığı yazılıdır. Belgede direnen Êzîdî kızlarının göğüslerinin kesilerek yaralarına kireç konulduğu ve bu biçimde asılarak öldürüldükleri, böbürlenerek anlatılır. Bu korkunç olay sadece iki Êzîdî kızının direnişi ve onlara yapılanları anlatır. Daha neler yaptıkları belgelenen ve belgelenmeyenleriyle tarihin en karanlık, en vahşi sayfalarıdır. Osmanlı’nın en son katliamının Osmanlı-Rus savaşı sırasında yaşandığı da belgelerde vardır. Ermeni soykırımı çokça dillendirilir. Dillendirilmeli ve hesabı da sorulmalıdır. Ama o süreçte büyük bir soykırım yaşayan sadece onlar değildi. Bir milyona yakın Êzîdînin katledildiği ve Kuzey Kürdistan topraklarında özellikle de Serhat’ta Êzîdîlerin yok olmasına neden olan bu soykırımın da dillendirilmesi gerekir. Katliamdan kurtulan az sayıdaki Êzîdî Kafkaslara kaçmıştır. Irak devletinin de özellikle Saddam döneminde saldırıları olmuştur. Ayrıca Saddam Êzîdîleri kontrol edebilmek için dağda kalmalarını yasaklayarak, ovada birkaç köyden oluşan kasabalara yerleştirmiş ve ekonomik, siyasi, güvenlik açısından kendine bağımlı, düşmanlarının insafına bırakılan, savunmasız bir toplum haline getirmiştir. Devlet saldırılarının dışında tarih boyunca Êzîdîler Hristiyan, Kürt ve Arap Müslüman komşuları tarafından da defalarca saldırıya uğramışlardır. Mir Bedirxan’ın Êzîdîleri Müslümanlaştırmak için zorladığı, kadınlarına el koyduğu, Müslüman olmayarak direnen 400 Êzîdîyi de öldürdüğü söylenir. Hristiyan komşuları da zaman zaman benzer saldırılar yapmıştır. Gerçekten de Êzîdîler 73 kez katliamları aşan soykırım saldırılarına maruz kalmıştır. Eskiden Kürdistan topraklarının her yerindeki temel inanç sistemi olmasına rağmen, şimdi Kürdistan’da neredeyse kalmadılar. Yüzyıllardır süren soykırımlara rağmen özellikle Şêxan ve Şengal’de varlıklarını korumaları mucizedir ve direngenliklerinin kanıtıdır.

DAİŞ’in Şengal’deki soykırım saldırısı

2014’te DAİŞ tarafında gelişen en son soykırım saldırısı, Kürdistan’da tamamen yok olmalarını hedefleyen bir saldırıydı. Êzîdîler çevre halklarının saldırılarından korunmak için hep iyi ilişkiler geliştirmeye çalışmışlardı. Komşuları olan Arap ve Kürt Müslümanların kucağında çocuklarını sünnet ederek, kardeşlik bağı kurmuşlardı. Zaten bu nedenle bölgede radikal İslami örgütlerin güçlenmesine rağmen Kirvelerinin kendilerine saldırmayacağını düşünerek kaçmadılar. Êzîdîlerin, Arap sınırındaki Koço köyü, buna güvenerek DAİŞ’in alana girmesine rağmen kaçmamıştı. Ama kirve dedikleri komşuları ergenlik çağını geçmiş bütün erkekleri ve yaşı ilerlemiş bütün kadınları katletmeye başladı. O saatten sonra kaçmaya çalışsalar da dağa uzak oldukları için yapabilecekleri bir şey kalmamıştı. Binlerce insan katledildi, kadınlar ve ergenlik çağına girmemiş çocuklar esir alındı. Siba, Til Ezer köyleri ve Şengal merkeze yakın köyler, Koço’ya yapılanları fark edince kaçmaya çalıştı ama onlardan da binlercesi ele geçti. DAİŞ’in ele geçirdiği yerlerde direnen iki Êzîdî ananın direnişi tarihi gerçeklerinin bir diğer yansıması olarak anılara kazınıyor. Arabalara doldurulan Êzîdî halkı katledilmeye götürülürken bir ana herkesin korkudan donduğu bir anda DAİŞ’linin elindeki silahı kapıp tarıyor ve o DAİŞ’liyi öldürüyor. Olaydan sonra Êzîdî anası katlediliyor. Tek başına yaşayan bir diğer kadın ise katliamdan önce Êzîdî halkının ihtiyaçlarını karşıladığı yaşlı bir kadındır. DAİŞ alanı işgal edince kaçmıyor ve onlara küfür ediyor. DAİŞ’liler o yaşlı kadını da orada katlediyorlar. Katliam da dağın kuzeyine düşenler Rojava’ya doğru, dağın güneyine düşenler ise dağa doğru kaçmaya başladı. O dönemde Şengal’de binlerce KDP’li pêşmerge vardı. Irak ordusunun da büyük bir gücü vardı. Ordu askerlerinin bazıları DAİŞ’e katıldı, bazıları da kaçtı. Binlerce pêşmerge ellerinde ağır silahlar olmasına rağmen, her şeylerini toplayarak kaçtılar. Halk tamamen savunmasız kaldı. Yaz sıcağında çocuklar ve yaşlılardan bazıları susuzluktan ve sıcaktan öldüler. Halkın içinde sadece 12 PKK kadrosu vardı. Propaganda çalışmalarını yapan bu kadroların ferdi silahları bile yeterince yoktu. Dağın tepesinde pêşmergelerin bırakıp kaçtığı bir doçkayı kullanan bu 12 PKK kadrosu, DAİŞ’in araçlarıyla dağa girmesini önledi. Dağa giriş çıkışlar böyle korundu. On binlerce insan DAİŞ’in Êzîdîleri tamamen yok etmesinden, bu 12 kişi ve bir doçkanın iyi konumlandırılması ve iyi kullanılması sayesinde kurtuldu. Ama dağa sığınan bunca insan için ne yeterince su, ne yemek ne de kapsamlı bir saldırı halinde yeterince cephane vardı.

Şengal’den Rojava’ya güvenli koridor

Êzîdî soykırımının yani 73. Fermanın duyulmasıyla Kürdistan dağlarından HPG-YJA STAR gerillaları ile Rojava’daki YPJ-YPG güçleri hızla dağda mahsur kalan halkın yardımına ulaştı. DAİŞ’in oluşturduğu çemberi kırarak insanları Rojava’ya geçirmek için bir koridor oluşturdu. Dağda kalmak isteyenler için de savunmalarını yapmak üzere güç bıraktılar. Şengal dağının çevresi tamamen DAİŞ’in egemenliğindeydi. Yardıma gelen güç, dağların kritik yerlerini tuttu. Bu süreçte Êzîdî gençleri de savunma eğitimi aldılar. Kendilerini korumayı öğrendiler. Şengal’in savunma gücü olan ve Êzîdî kadınları ve erkeklerinden oluşan YBŞ-YJŞ böyle oluşturuldu. YBŞ-YJŞ, HPG-YJA STAR VE YPG-YPJ ile birlikte Şengal dağının çevresini DAİŞ’ten temizlemeye başladılar. Şengal özgürleştirilinceye kadar halkın savunma güçleri bu genç kadın ve erkekler DAİŞ’e karşı savaşarak alanı peyderpey özgürleştirdi. DAİŞ’e karşı son saldırıya Koalisyon güçleri, Irak ordusu ve pêşmergeler de katıldı ve Şengal tamamen özgürleştirildi.

Ancak özgürleşen Şengal büyük bir yıkım yaşamıştı. Soykırımdan kaçan halkın büyük çoğunluğu uzaklaşabileceği kadar uzaklaşma refleksiyle gitmişlerdi. Bir kısmı Rojava’daki, bir kısmı Güney Kürdistan bölgesindeki, bir kısmı da Kuzey Kürdistan’daki kamplara yerleşmişti. Avrupa ve diğer kıtalara gidebilenler de olmuştu. Êzîdî halkı büyük bir savrulmayı yaşıyordu. İnsanlık tarihi boyunca yaşamak için direndikleri son toprakları da bırakıyorlardı.

DAİŞ’in denetimine giren her yerdeki Êzîdî halkının malları talan edilmişti. Şengal viraneydi. Êzîdîlerin evleri yakıldı, yıkıldı, yaşanamaz hale getirildi. Şengal’de bulunan 68 dini kubbe yani hemen hemen hepsi patlatılarak imha edildi. BM’in verilerine göre esir alınan Êzîdî sayısı 6417 kişiydi. Bunların 3548’i kadın, diğerleri çocuklardı. Binlerce erkek, kadın ve çocuk katledildi. Şu an Şengal’in kasabalarında 81 tane toplu mezar bulunuyor. Ayrıca bir-iki cenazenin birlikte gömüldüğü çok sayıda küçük toplu mezarlar var.

Esir kadın ve çocukların özgürleştirilmesi

Esir alınan kadın ve çocukların kurtarılması için her türlü imkan değerlendirildi. Esir alınan kadın ve çocuklar sadece satılmamıştı aynı zamanda dinleri değiştirilmişti. Kurtarılan birçok çocuk aralıksız olarak DAİŞ’ın ideolojik eğitimlerinden geçirildiği için Êzîdîlere kafir diyor, ailelerine yabancı gibi bakıyordu. Gelişmelerden haberi olmayan esir alınmış Êzîdî kadınlar korkudan Êzîdî olduklarını söylemiyorlar, bu nedenle bulunamıyorlardı. Özellikle Kuzey Doğu Suriye özerk yönetiminin savunma güçleri olan QSD, DAİŞ’ten temizledikleri yerlerde, Êzîdî kadın ve çocuklarını, kendilerine bir daha zarar gelmeyeceğine ikna ederek ailelerine teslim etti. Böylece binlerce kadın ve çocuk kurtarıldı. Ancak bu kadınların ve çocukların toplumlarına yeniden adapte olması için uzun bir zamana ihtiyaç olduğu ve aslında bir daha asla eskisi gibi olmayacakları da tahmin edilebilir. Diğer yandan hala 3000’e yakın Êzîdî kadın ve çocuğu kayıptır ve akıbetleri hakkında hiçbir bilgi yoktur.

Êzîdîler bu son Fermanla yani soykırım saldırısıyla, hem fiziksel olarak büyük bir kayıp yaşadılar, hem maddi değerlerinin tümünü yitirdiler, hem toplumsal travmanın en ağırını yaşadılar hem de çok daha büyük bir dış göçle büyük bir savrulma yaşadılar. Yani çok açık olarak katliam değil soykırım yaşadılar. Yok olma sınırına ulaştılar. Bunca yaşanmışlıklarına bir de kamplarda hala maruz kaldıkları muameleleri de eklemek lazım. Özellikle Güney Kürdistan bölge yönetimi ve KDP, kamplarda Êzîdîleri siyasi ve ekonomik rant kaynağı olarak değerlendiriyor. Yoksulluk, korku, güvensizlik içindeki halkın, ahlaki, ekonomik olarak savrulmasına, manipülasyonlarla topraklarına dönmesinin engellenmesine yol açan uygulamalar da bulunuyorlar. Halkın Şengal’e geri dönmemesi ve rant kapılarının kapanmaması için her yolu deniyorlar.

KDP, kamplardaki Êzîdîler üzerinden ekonomik yardım ve siyasi destek alıyorken, DAİŞ öncesi dönem gibi pêşmergenin Şengal’de yeniden egemen olmasını istiyor. Halkı korumaya yanaşmayan ama halkın üzerinde egemenlik kurmayı esas alan bu politika, Êzîdî halkı tarafından kabul edilmiyor. KDP, YBŞ ve Êzîdîlerin siyasi örgütlerini karalayarak ve her türlü oyunu oynayarak, amacına ulaşmak istiyor. Aynı zamanda Türkiye devleti de Êzîdî halkının PKK tarafından kurtarılmasından rahatsızlığını Şengal’e hava saldırılarıyla gösteriyor. Daha yeni soykırım yaşamış olan bir halkın kendini savunma güçleri terörize edilerek hedefleniyor. Katlediliyor, halk korkutulup kaçırılmaya çalışılıyor. KDP ve Türk devletinin saldırıları açık ki soykırımın tamamlanmasından başka bir sonuca götürmüyor. Nüfusu bu kadar azalmış olan bir halk üzerinden hala egemenlik politikaları yürütmek, çocuklarını hava saldırılarıyla katletmek, insani yardımların gelmesini engellemek, Osmanlı’nın yarım kalan işlerini bitirmekten başka ne anlama gelebilir. Yani Türk devleti ve KDP üzerinden soykırım devam ediyor.

Kadınların öncülük rolü

Katliamdan sonraki bütün toparlanma çalışmalarında kadınların belirleyici bir rolü oldu. Analar topraklarını savunmak için silah eğitimi bile aldılar. Dışardan dayatılan bütün saldırgan, rantçı politikalara en önde tepkilerini gösterdiler. Daha önce hiç siyasi çalışmalara katılmamış, bir örgütsel zemine katılmamış olmalarına rağmen, gönüllü ve gerekliliğinin bilincine vardıklarından çok hızlı adapte oldular. Esir alınan Êzîdî kadınlarının kurtarılması için çok çaba sarf ettiler. Toplumun yaşamı yeniden kurması için kurulan hizmet çalışmalarında, meclislerde kurucu roller üstlendiler. Êzîdî kadınları hızla siyasallaşıyorlar. Toplumun genel örgütlü yapılarına katılmakla birlikte kadınların kendi örgütlülüklerinin de kurucuları oldular. Kadınların eğitimini, örgütlenmesini, mücadelesini, siyasallaşmasını sağlayan, Êzîdî Özgür Kadın Hareketi olan TAJE’yi kurdular. TAJE, Êzîdî halkının direnişlerine ruh veren, cesaret veren ve soykırımcı tarihine karşı direnişin sembolü olan örgüt olarak kuruldu. Kadim hakikatine sahip çıkan ve yüzünü özgür geleceğe dönen bir örgüt olarak gelişti. TAJE bünyesinde kadınların ve çocuklarını birçok ihtiyacını karşılamak üzere bir vakıf kuruldu. Her kasabada meclislerini oluşturdu. Kadın sorunlarını tartışarak çözüm arayışına girdi. Kuşkusuz bunlar hem Êzîdî halkı için hem de Êzîdî kadınları için tarihleri boyunca ilk kez yaşanan gelişmeler. Birçok kadın bu çalışmalarda öncülük rolünü oynasa da hala bütün Êzîdî kadınlarının örgütlü yapılar içerisine girmediği gerçeği de var. Ama şunu belirtmek lazım, örgütlü olmanın önemi kavrandıkça, neler yapabildiklerinin somut örnekleri açığa çıktıkça kadınlar daha çok katılıyor, daha çok gelişiyor.