Önder ve Yoldaş

Rêber Abdullah Öcalan kimdir?

BİYOGRAFİ

Reber Öcalan 1949 yılında Kuzey Kürdistan’ın (Resmi olarak Türkiye’de bulunan) Urfa ilinin (Amara) Ömerli ilçesinde, yoksul bir ailede dünyaya gelmiştir. İlk ve orta okulu bitirdikten sonra Diyarbakır’da devlet memuru olarak çalışmaya başlamıştır. Orada çalışırken Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’ne kayıt yaptırmıştır.

1971 askeri darbesinden sonra, Kürt kimliğinin ve kültürel haklarının Türk devletince açıkça inkar ve baskı altında bulunmasının sosyal ve ekonomik olarak halkı nasıl etkilediğini gören Reber Öcalan, arkadaşları ile birlikte Kürt sorunu üzerine araştırma yapmaya karar vermiştir.

1978’te Kürdistan İşçi Partisi – Partiya Karkerên Kurdistan (PKK) Reber Abdullah Öcalan ve bir grup arkadaşı tarafından kurulmuş ve onun liderliğinde bugüne kadar gelmiştir.

Öncelikli olarak Kürt halkının politik ve kültürel haklarına yoğunlaşmasının yanı sıra sayısız kitap ve konuşmada Reber Öcalan, felsefe, din, kadın özgürlüğü ve ekoloji konularında bir çok yeni fikir geliştirmiştir.

Başından itibaren Ortadoğu’da insanların birlikte barış ve uyum içinde yaşamalarını savunmuştur.

Reber Öcalan 1979’da askeri darbe gerçekleşme tehlikesinden dolayı Türkiye’yi terketmiş, yurtdışından PKK’nin politik çalışmalarını yönetmeye devam etmiştir.

Yıkıcı askeri darbe sonunda 1980’de gerçekleşmiş, geniş çapta yüzlerce ve binlerce gözaltı ve işkence uygulamalarıyla sonuçlanmıştır.

Bunun üzerine PKK silahlı direnişe hazırlanmış ve 1984’te gerilla savaşına başlamıştır.

Reber Öcalan salt askeri eylemlerin Kürt sorununun demokratik çözümünde yeterli olmayacağını görmüş bu sebeple 90’lı yılların başında politik çözüme odaklanmıştır. Fakat PKK’nin tek taraflı ateşkes kararları devlet tarafından hiç bir yanıt almamıştır. 90’lı yıllarda çoğu Kürt olmak üzere 30.000 insan öldürülmüştür. Binlerce insan devlet kontrolündeki ölüm mangalarının kurbanı olmuşlardır. 4000’den fazla köy yok edilmiş, milyonlarca Kürt mülteci olmuştur. Işkence çok yaygınlaşmış ve çok sayıda insan hakları ihlalleri uygulanmıştır.

KAÇIRILMA VE YAKALANMA DÖNEMİ

1998 yılında, başka bir ateşkes sürecinin devam ettiği dönemde, Türkiye Suriye’yi savaşla tehdit etti. Reber Öcalan Suriye’yi terkederek, Kürt sorununa politik çözüm geliştirme amacıyla Avrupa’ya gitti. 3 ay İtalya’da kalmasından dolayı Türkiye ve NATO İtalyan devletine çok ciddi bir baskı uygulamışlardır.

Reber Öcalan bundan dolayı İtalya’dan çıkmak zorunda kalarak Güney Afrika’ya yöneldi fakat oraya ulaşamadı. 15 Şubat 1999’da Kenya’dan kaçırılarak Türk devletine, istihbarat teşkilatı ve farklı devletler tarafından da desteklenen gizli bir operasyon neticesinde teslim edildi.

Kaçırılma olayı tüm dünyada Kürtler açısından çok ciddi bir öfkeye ve büyük protesto eylemleri gerçekleştirilmesine neden oldu. Türk devleti gelişen bu büyük tepki ve eylemler karşısında Kürt inkarını ve soykırımını geliştirme yöntemlerine ağırlık vermeye devam etmiştir.

Reber Öcalan daha önce boşaltılmış olan İmralı Ada Hapishanesi’ne götürüldü. 1999’dan 2009’a kadar 1000’den fazla askerin yer aldığı sürekli bir tecrit altında bulunan, adadaki tek mahkum kendisiydi.

Cezaevinde, mahkemelere sunduğu savunmalar şeklinde olmak üzere çok sayıda esere imza attı. Bunlardan 12 tanesi yayımlanmıştır. Bazıları İngilizce, Almanca ve İtalyanca’ya tercüme edilmiştir. Aynı zamanda Fransızca, İspanyolca, Flemenkçe ve Portekizce’ye çevirilen çeşitli yazıları da vardır.

YARGILANMA VE İDAM CEZASI

29 Haziran 1999’da, göstermelik kısa bir duruşmadan sonra, Reber Öcalan idam cezasına çarptırıldı. 2005’te ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Yüce Divan’ı yargılamayı gözden geçirerek adil olmadığına hükmetmiştir.

İdam cezası Türkiye’de 2002 yılında kaldırılmış olduğundan, cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına dönüştürüldü.

CEZAEVİ KOŞULLARI

Reber Öcalan’ın cezaevi koşullarının Avrupa’da başka bir benzeri bulunmamaktadır. Reber Öcalan mutlak bir tecrit rejimi altında ve tamamen keyfi uygulamalarla karşı karşıyadır.

İmralı Adası

İmralı Adası Avrupa ve Asya kıtalarını birbirinden ayıran Marmara Denizinde, İstanbul ve Çanakkale boğazları arasında bulunmaktadır.

İmralı uzun bir zaman boyunca ada cezaevi olarak kullanıldı. 1961 yılında, askeri darbenin ardından Türkiye’nin ilk defa bağımsız olarak seçilen başbakanı olan Adnan Menderes İmralı adasında idam edildi. Ünlü film yönetmeni Yılmaz Güney de bir zamanlar orada cezaevinde kalmıştı.

Bir süre önce bütün bir ada yasaklanmış bölge ilan edildi.

İmralı’ya ziyarete gitmek ve bot yolculuğu ise ziyaretçiler için çok uzun ve zahmetli geçmektedir.

Cezaevi

Reber Abdullah Öcalan ve 5 diğer mahkumun kaldığı cezaevi, 2009 yılında inşa edildi. Cezaevindeki tüm hücreler tecrit hücresidir. Tüm mahkumların spor ve egzersiz için ayrı avlusu bulunmasına rağmen bu haklar sık sık verilen hücre cezaları ile akamete uğramaktadır. Ayrıca bu küçük avluların etrafındaki duvarlar oldukça yüksektir, mahkumlara bir kuyunun dibindeymiş hissini yaşatmaktadır.

Tecrit ve Keyfi Uygulamalar

Uzun süreli tecrit ve tek kişilik hücreler, mahkumları psikolojik ve fiziki olarak kırmak için dizayn edilmişlerdir. Bundan dolayı “beyaz işkence” olarak kabul edilir.

Nitekim 11 yıl boyunca adada tek mahkum olan Reber Öcalan’ın kimseyle temasa geçmesine izin verilmedi. El sıkışmak bile yasaklandı. Hâlâ dışarıdan gelen mektuplar kendisine verilmiyor. Türkiye’de telefonla görüşme hakkı olmayan tek mahkum Reber Öcalan’dır.

İlk dönemler çoğu zaman, Öcalan’ın ayda 30 dakika kardeşleri ile ziyaret ve haftada en fazla bir saat avukatları ile görüşme hakkı vardı. Fakat bu görüşmeler dahi sık sık devlet tarafından engellendi ve aylarca uygulanmadı. Bu da adada mutlak tecrit yaşanmasına yol açtı. Bu durum İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) ve Avrupa Konseyi İşkence karşıtı Komitesi tarafından ciddi şekilde eleştirilmiştir.

İmralı adası cezaevi bir çok bakımdan keyfi uygulamalarla yönetilmektedir. Avukat ve müvekkil arasındaki görüşme herhangi bir yasal gerekçesi olmadan dinlemeye alınıyor ve düzenli olarak kaydediliyor.

Avrupa Tipi Guantanamo

İmralı adasındaki insanlık dışı tecrit koşulları; uluslararası insan hakları kuruluşları tarafından ciddi eleştiriler yapılmasına sebep oldu. Avrupa Konseyi’nin işkence karşıtı gözlemcisi CPT, İmralı ada Cezaevi’ne ilişkin daha önce hiç bir cezaevi hakkında yapılmadığı kadar sayısız rapor hazırlamıştır. CPT Reber Abdullah Öcalan ve diğer beş mahkumun maruz bırakıldıkları tecrit koşullarını ciddi bir şekilde eleştirmektedir. İmralı Ada Cezaevi’nin koşulları “Avrupa tipi Guantanamo” şeklinde adlandırılmasına neden olmuştur.

PROTESTO VE KAMPANYALAR

1998’de Reber Öcalan Suriye’den çıkmak zorunda kaldığından beri kaçırılmasına, idam cezasına ve İmralı Adası’ndaki tecrit rejimine karşı Türkiye, Kürdistan ve yurtdışında sayısız protestolar düzenlenmiştir. Bu protestolar aynı zamanda Reber Öcalan’ın sağlığı, politik olarak oynadığı rolün desteklenmesi ve bir de 2011 Haziran’ından beri yenilenmiş olan mutlak tecride karşı gerçekleştirilmiştir.

Çok sayıda protesto gerçekleştirildiğinden dolayı hepsini burada belirtmek mümkün değildir fakat bazı göze çarpan kampanya ve protestolardan bahsedilebilir.

Kendini Yakma Eylemleri

1998 yılından beridir Kürdistan’da, Türkiye cezaevlerinde ve Avrupa’da çok fazla sayıda insan Reber Öcalan’a dönük saldırıları ve tecrit koşullarını protesto etmek amacıyla kendini yakma eylemleri gerçekleştirmişlerdir.

Son 15 yılda 100’den fazla insan oluşan yanıklardan dolayı yaşamını kaybetti. Reber Öcalan ısrarla bu radikal eylem biçiminin yapılmaması için çabalamış olsa da, Reber Öcalan’a ve Kürt halkına karşı uygulananlardan dolayı bu eylemler engellenemedi. Kürtler artan zulüm ve baskı politikalarına karşı her şeyi göze alarak kendilerini feda etmeye yönelmişlerdir.

Uluslararası “Öcalan’a Özgürlük, Kürdistan’a Barış” Girişimi

Bu girişim 1999 yılında Reber Öcalan’ın Türkiye’ye kaçırılmasından hemen sonra kurulmuştur. Aralarında Nobel ödülü almış 6 kişinin ve Avrupa Parlamentosu üyeleri ile Parlamento üyelerinin bulunduğu çok geniş yelpazade bir imzacılar listesi, kuruluş bildirgesini desteklediler. İlk başlarda mevcut idam tehlikesi, daha sonraları Türkiye’de idam cezasının yürürlükten kaldırılması ve İmralı adasındaki katlanılması güç tecrit ve işkence koşulları üzerine yoğunlaşan uluslararası girişim, o zamandan beridir kamuoyunu Reber Öcalan’ın koşulları ve politik girişimler hakkında bilgilendirmektedir.

15 Şubat Protestoları

Her yıl takvimler Reber Öcalan’ın Kenya’dan kaçırılarak Türk devletine teslim edildiği gün olan 15 Şubat’ı gösterdiğinde, Kürtler Kürdistan’ın dört parçasında ve yurtdışında protestolar düzenliyorlar. Her sene on binlerce Kürt Avrupa’nın her yerinden Strasbourg’a geliyor. Amaç İmralı İşkence Sisteminde tutulan Reber Öcalan üzerindeki baskılara dikkat çekmek ve CPT’nin görevlerini yerine getirmesini sağlamaktır.

Gemlik Yürüyüşleri

1998 yılında Reber Öcalan’ın Suriye’den çıkmak zorunda bırakıldığı gün olan 9 Ekim’de İmralı Adası’nın bağlı olduğu Bursa ilinin Gemlik ilçesinde protestolar gerçekleştiriliyor. Bir çok kez Türk faşistleri tarafından bu protestolara saldırılar düzenlenmiştir.

Doğum Günü Kutlamaları

Her yıl Reber Öcalan’ın doğum günü olan 4 Nisan’da, Kürtler doğduğu yer olan Amara’ya gidiyorlar. Reber Öcalan’ın doğum günü ağaç dikilerek kutlanıyor.

2005-2006 İmza Kampanyası

2005-2006 yıllarında Kürdistan’ın her yerinden 3.5 milyon insan tarafından “Öcalan Siyasi İrademdir” başlığıyla yayımlanan bir bildiri çerçevesinde imza kampanyası düzenlendi. Bu kampanya Türk yetkililerin engellemek için yaptıkları yoğun baskılar altında gerçekleşen en önemli kampanyadır. Türkiye’de bir çok insan kampanyayı organize ettikleri için bir kaç yıl cezaevinde kaldılar. Çok sayıda imzanın yer aldığı bildirge Belçika noterliği tarafından tasdik edildi.

2007 Açlık Grevleri

2007 yılında Reber Öcalan’ın zehirlendiğinin ortaya çıkması üzerine, Kürdistan Türkiye ve Avrupa’da geniş bir protesto dalgası yükselmeye başladı. Türk polisiyle yaşanan ciddi çatışmalar sonucunda bir çok insan öldürüldü.

Fransa, Strasbourg’da 18 Kürt aktivisti protesto etmek için açlık grevine başladı. Açlık grevi 35 gün sonra Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi CPT İmralı Adası’nı ziyaret ederek Reber Öcalan’ın sağlık koşullarını incelemeyi kabul ettiği zaman sona erdirildi.

Uzun Yürüyüş

Şubat 2012’de Cenevre’den Strasbourg’a 400 kilometrelik yol boyunca 200 Kürt gösterici ve destekçileri “Özgürlük için Uzun Yürüyüş” yürüyüşünü gerçekleştirdiler. Yürüyüş aşırı soğuk havada 18 gün boyunca devam etti. Bu eylem Reber Öcalan ve İmralı Adasındaki diğer mahkumların yenilenmiş mutlak tecrit koşullarını protesto etmek için düzenlendi.

2012 Açlık Grevleri

1 Mart 2012’de Strasbourg, Fransa’da bulunan bölge kilisesi odasında 15 Kürt aktivisti Reber Öcalan üzerindeki tecridi protesto etmek için süresiz açlık grevine başladı. Açlık grevi 52 gün boyunca sürdü.

Öcalan’a Özgürlük” şiarıyla Sürekli Nöbet Eylemi

25 Haziran 2012’de Kürtler Avrupa Konseyi’nin Strasbourg’daki binası önünde günlük nöbet tutmaya başladılar. Eylemciler Reber Öcalan’a özgürlüğünün verilmesini istiyor. Bu amaç gerçekleşene kadar da nöbet eylemine devam etmekte kararlılar. Bu eylem 7 yıldır sürmektedir.

ÖNDERLİĞİN BARIŞ İÇİN GÖSTERDİĞİ ÇABALAR

Ateşkesler

Reber Öcalan, 1993’te ilk tek taraflı ateşkesten beridir politik çözüm için çabalamaktadır. 1995 ve 1998 yıllarında iki kez daha tek taraflı ateşkes ilan etti.

1999 yılında büyük zorluklara rağmen ciddi bir dönüşüm gerçekleşti ve Reber Öcalan, özgürlük hareketinin tüm silahlı güçlerini Türkiye topraklarından geri çekilmeye ve Kürt sorununun demokratik yollardan çözümü için PKK başta olmak üzere tüm demokratik güçlerin rollerini oynamasını istedi. Böylece 5 yıl boyunca sürecek olan çatışmalı sürecin en uzun süreli ateşkesi başlamış oldu.

Barış Grupları

Reber Öcalan 1999 yılında, barışçıl bir çözüme hazır olunduğunu göstermek amacıyla PKK üyelerinin Türkiye’ye “Barış Grubu” şeklinde iki koldan geri dönmesini önerdi. Biri silahsız gerilla savaşçılarından diğeri de Avrupa’daki Kürt aktivistlerden oluşan iki grup Türkiye’ye geldiler. Fakat tüm barış grubu üyeleri tutuklanarak uzun yıllar hapis cezasına çarptırıldılar.

10 yıl sonra 2009 yılında Reber Öcalan başka bir barış grubu için çağrı yaptı. Bir başka silahsız gerilla grubu ile Maxmur mülteci kampından bir grup mülteci Irak sınırından Türkiye’ye geçtiler. Bu gruplar hemen tutuklanmadılar ve “sonunda savaş sona erdi” diyerek ümit eden Kürtler tarafından sevinç ve heyecan içerisinde karşılandılar. (Ki bazı gazeteler bu şekilde manşet atmışlardır o dönemde) Fakat daha sonra barış gruplarının bir çok üyesi tutuklanarak hapis cezasına mahkum edildiler.

Cezaevi Yazmaları

Cezaevinde bulunduğu süre içerisinde, birçoğu farklı dillere tercüme edilen sayısız esere imza attı Reber Öcalan. İmralı adasında idam cezasına çarptırılmasına neden olan göstermelik duruşmadaki savunma konuşmasıyla başlayan Reber Öcalan, ayrılıkçılığa karşı olmuş ve politik sınırları değiştirmeden insanların barışçıl şekilde bir arada yaşamalarına ilişkin sürekli çaba göstermiştir. Cezaevinde imza attığı sayısız eserde bu argümanları daha da geliştirmiştir.

İmralı cezaevinde tutulduğu insanlık dışı koşullara rağmen, koşulları elverdiği ölçüde bugüne kadar tüm enerjisini Kürt sorununun barışçıl çözümü için çabalayarak sarf etmiştir. Reber Öcalan’ın öngörüsü ve stratejileri Kürt politikası üzerinde çok önemli bir etkiye sahip olmuştur.

Görüşmeler için “Yol Haritası”

Reber Öcalan 2009 yılında bir “yol haritası” yazacağını duyurarak öneriler ve görüşler için çağrıda bulundu. Bu Türkiye’de geniş bir tartışma ortamının oluşmasını sağladı. Silahlı savaşımın başlamasının 25. yıl dönümünde yol haritasını tamamladı. Fakat, devlet yetkilileri belgeye el koydu. 2012 yılında belgenin İngilizce tercümesi yayımlandı.

Oslo Süreci

2009 yılından 2011 yılı ortalarına kadar, Reber Öcalan, hükümet tarafından görevlendirilmiş bir Türk devlet delegasyonu heyeti ve üst düzey PKK üyeleri arasında “Oslo Süreci” olarak adlandırılan gizli görüşmeler gerçekleştirildi. Reber Abdullah Öcalan tarafından kaleme alınan “yol haritasına” dayanan süreçte 3 protokol maddesi üzerinde anlaşma sağlandı.

Bu protokol; çatışmaların sona ermesi için aşamalı bir planlama ve Kürt meselesinin politik çözümünü içeriyordu. Fakat Türk devleti planı uygulamadı. Bu sürece kapsamlı tutuklama, gözaltı ve büyük askeri operasyonlarla yanıt verdi.

ÇÖZÜM SÜRECİ” BAŞLARKEN

Yenilenmiş Tecrit – Süregelen İnsan Hakları İhlali

Türk devleti Oslo Süreci’ni bitirdikten sonra tecrit daha da şiddetlendirildi. 27 Temmuz 2011’de başlayan yeni tecrit dönemiyle İmralı Adası’ndaki tutuklular dış dünyadan tamamen izole edildiler. İki yıl hiç bir şekilde telefon görüşmesine, yazılı haberleşmeye ve avukat görüşüne izin verilmedi. İmralı’nın “Yüksek Güvenlikli Cezaevi” olduğu son 14 yıllık döneminde mutlak tecridin en uzun süre uygulandığı dönem bu süreç olmaktadır.

2012 yılında cezaevlerinde olan binlerce politik tutsak, İmralı’daki bu kötü uygulamalara ve bununla birlikte diğer birçok faşist uygulamaya karşı Kürt halkı tarafından ciddi biçimde desteklenen açlık grevi eylemine başladı.

Açlık grevleri temel hedeflerinden birine ulaşmış görünüyordu: devlet Reber Öcalan ile yeniden görüşmeye başladı.

Ocak 2013’te bazı Kürt milletvekilleri belirli aralıklarla Reber Öcalan’ı ziyaret edebiliyorlardı fakat avukat görüşüne hiçbir zaman izin verilmedi. Bu nedenle mutlak tecrit sistemindeki bu küçük açık, keyfi ve ileriki döneme ilişkin garantisi olmayan bir uygulamaydı.

Bir Dönüm Noktası Olan Newroz Konuşması Sonrası

21 Mart 2013’te Newroz kutlamalarında yüzbinlerce insandan oluşan kalabalığa Reber Abdullah Öcalan tarafından gönderilen bir mesaj okundu. Mesajda Reber Öcalan; toplumun tüm bileşenlerine ve halklara sadece yeni bir Türkiye değil aynı zamanda yeni bir Ortadoğu’nun inşasına katılmaları için çağrı yaptı. Reber Öcalan aynı zamanda Kürt gerilla güçlerine Türkiye sınırlarından geri çekilmeleri için çağrıda bulundu ve mücadeleyi siyasal olarak sürdürmelerini söyledi. Bu çağrılar yerine getirildi. Mayıs 2013’te Kürt özgürlük gerillaları Türkiye ve Kürdistan dağlarından geri çekildiler. Gerçek bir barış süreci için umutlar bundan daha güçlü olmamıştı hiç bir zaman. Fakat gerçek bir ilerlemenin yaşanması için devletin-hükümetin ciddi adımlar atması gerekiyordu.

YENİ BİR SÜRECİN AYAK SESLERİ

Fakat beklenen olmadı ve Türk devleti hem yakın hem uzak tarihte bir çok kez olduğu gibi ne verdiği sözleri yerine getirdi ne de soykırımcı zihniyetinden vazgeçti. 2013’teki atmosfer, Reber Öcalan’a uygulanan tecridin arttırılmasına paralel olarak değişti ve takip eden yıllarda tecridin artmasının yıkım ve savaşlara nasıl daha çok yol açtığı net bir biçimde ortaya çıktı.

Paris Katliamı

3 Ocak 2013 tarihinde Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) milletvekilleri Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata, Reber Öcalan ile İmralı’da görüştüler. Bu görüşmenin hemen ardından 9 Ocak’ta, Paris’te 3 Kürt kadın siyasetçi Sakine Cansız, Leyla Şaylemez ve Fidan Doğan katledildi. İlerleyen zamanlarda katliamın MİT tarafından organize edildiği ortaya çıkacaktı. Açıkça bir provokasyon olan bu cinayetlerin faillerinin ortaya çıkarılmasını isteyen Reber Öcalan, sürecin tıkanmaması mesajı verdi. 

Akil İnsanlar Heyeti

2013 Newroz konuşmasında yeni bir dönemin başlangıcına vurgu yapan Reber Öcalan’ın önerisi üzerine 3 Nisan 2013’te Türkiye’de tanınmış aydın, sanatçı, siyasetçi, gazeteci, akademisyen ve kanaat önderi pozisyonundaki kesimlerden ‘’Akil İnsanlar Heyeti’’ oluşturuldu. Bu heyet aydınların da aktif olarak sürece dahil edilmesi amacıyla, çözüm sürecinin halka doğru anlatılabilmesi, her yerde toplantılar düzenleyerek toplumsal birliğe katkı sunmak vb. hususları gerçekleştirmek için oluşturulmuştur. Fakat sürecin sona ermesinden dolayı güncel olarak işlevi bulunmamaktadır.

Gerillanın Geri Çekilmesi Kararı

Tarihi Newroz konuşmasının ardından KCK, 8 Mayıs 2013 tarihinde kademeli olarak geri çekilmenin başladığını açıkladı. HPG’liler geri çekilmeye başlarken, hükümet ise bölgede karakol ve kalekol inşalarına hız verdi. Lice’de karakol inşası protestosunda 17 yaşındaki Medeni Yıldırım, 28 Haziran 2013 günü askerlerce öldürüldü. 

Hükümetin başlatılan sürecin yasal zemine kavuşturulması konusunda adım atmaması üzerine KCK’den 9 Eylül 2013 tarihinde geri çekilmeyi durdurma açıklaması geldi.

KCK’nin bu kararının ardından dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan “Demokratikleşme Paketi”ni açıkladı. Ancak paket beklentileri karşılamadı ve bazı maddeleri de yasallaşmadı. 

2014 yılı Newrozu’nda Reber Öcalan’ın yeni bir mektubu okundu. Mektupta, bu kez “Şu ana kadar yürütülen bir diyalog süreciydi ve önemliydi. Bu süreçte iki taraf da birbirlerinin iyi niyetini, gerçekçiliğini, yeterliliğini test etmiştir. Gelinen noktada müzakere sistematiği için yasal bir çerçeve kaçınılmaz olmuştur. Barış, savaştan daha zordur ama her savaşın da mutlaka bir barışı vardır. Biz direnirken korkmadık, barışırken de korkmayacağız” mesajı vardı.

30 Eylül 2014’te Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Çözüm Süreci Kurulu” oluşturulacağını açıkladı, ancak herhangi bir adım atılmadı. 

Rojava Devrimi

DAİŞ’in Kobanê’ye yönelik saldırılarına karşı Türkiye’de protestolar başladı. Saldırıların en yoğun olduğu 7 Ekim 2014 günü Erdoğan, “Şu an Kobanê düştü düşüyor” ifadelerini kullandı. 

Bunun üzerine Kuzey Kürdistan’da Kobanê’ye insani koridor açılması için çok büyük bir eylem dalgası başladıtıldı, 6-9 Ekim tarihleri arasında yaşanan Kobanê eylemlerine yapılan saldırıların ağır bilançosu çözüm sürecini doğrudan etkiledi. Bu eylemler Reber Öcalan’ın gönderdiği mesajla sonlandırıldı. Mesajda, “15 Ekim itibariyle yeni bir aşamaya geçtiğimizi ve süreçte başarılı bir pratik umudumun bu anlamda arttığını ifade etmek isterim” ifadesi yer aldı.

Dolmabahçe Mutabakatı 

İmralı sürecinin en önemli görüşmesi, 27 Şubat 2015 tarihinde gerçekleştirildi. Dolmabahçe Mutabakatı’nın da hazırlandığı bu görüşmede, Reber Öcalan çok kritik uyarılarda bulundu. “Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa-İmralı Notları” isimli kitapta yer alan bilgilere göre Reber Öcalan, “Bu sürecin gelişmesi için çabalıyoruz. Çözüm olmazsa binlerce insan ölecek. Ben bunu kavradım ve gereğini yapıyorum. Onlar da bunun önemini kavramışlar mıdır, bilmiyorum. Onlarla iyi tartışın” açıklamasında bulundu.

Reber Öcalan, aynı toplantıda, Meclis bünyesinde bir komisyonun kurulması ve İzleme Heyeti konusunda ısrarlarını sürdürdü. Dolmabahçe’de yapılacak açıklamanın birinci aşama olduğunu kaydederek, bunu “niyet aşaması” olarak tanımlayan Reber Öcalan, ikinci aşamayı ise, İzleme Kurulu ve Parlamento’nun dahil edileceği sürecin yasallık kazanması ve yine Anayasa Mahkemesi’nin dahil edilmesi olarak formülleştirmişti.

28 Şubat 2015 tarihinde Dolmabahçe Mutabakatı imzalandı. Mutabakat, 90 yılı aşan Cumhuriyet tarihinde demokratik çözüm adına atılan en güçlü adım niteliği taşıdı. Açıklamada Reber Öcalan’ın “Silahlı mücadeleyi bırakma temelinde stratejik ve tarihi kararı vermek için PKK’yi bahar aylarında olağanüstü kongreyi toplamaya davet ediyorum” çağrısı okundu. 

Açıklamada yer alan dönemin Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ise, imza altına alınan mutabakat için “Milletimizin hayır duası ve desteğiyle süreci nihai sonuca ulaştırmakta kararlıyız” diye belirtti. 

Metinde yer alan 10 madde şöyleydi:

  1. Demokratik siyaset; tanımı ve içeriği
  2. Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması
  3. Özgür vatandaşlığın yasal ve demokratik güvenceleri
  4. Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına dönük başlıklar
  5. Çözüm sürecinin sosyo-ekonomik boyutları
  6. Çözüm sürecinin yol açacağı yeni güvenlik yapısı
  7. Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri
  8. Kimlik kavramı, tanımı ve tanınmasına dönük çoğulcu demokratik ve eşit mekanizmaların güvenceleri
  9. Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerle tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması
  10. Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa

Newroz’a karşı Ukrayna dönüşü açıklama

Dolmabahçe’de imzalanan mutabakattan yaklaşık bir ay sonra 19 Mart 2015’te HDP ve Devlet heyetleri İmralı’da Reber Öcalan ile bir araya geldiler. Bu görüşmede 15 gün sonra yapılacak bir sonraki görüşmeye HDP ve Devlet Heyeti’nin yanı sıra İzleme Kurulu’nun da katılması kararlaştırıldı. Hatta İzleme Kurulu’nun yedi asil, üç yedek üyesi de belirlendi. Böylece resmi müzakereler başlayacak ve Reber Öcalan, PKK’ye kongre çağrısı yapacaktı. 

Reber Öcalan o mesajında şunları kaydetmişti: ‘’ Dolmabahçe Sarayı’nda, hepimizce resmen ilan edilen 10 maddelik deklarasyon temelinde yeni bir süreci başlatma görevi ile karşı karşıyayız. Deklarasyon gereği ilkelerde mutabakat oluşmasıyla birlikte PKK’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yaklaşık kırk yıldır yürüttüğü silahlı olan mücadeleyi sonlandırmak ve yeni dönemin ruhuna uygun siyasal ve toplumsal strateji ve taktiklerini belirlemek için bir kongre yapmalarını gerekli ve tarihi görmekteyim. Umarım ilkesel mutabakata en kısa sürede varıp parlamento üyeleri ve İzleme Heyetinden teşkil edilen bir Hakikat ve Yüzleşme komisyonundan geçerek bu kongreyi başarıyla realize etme durumunu yaşarız.” 

Erdoğan Reddetti

Newroz’dan bir gün sonra ise, Reber Öcalan’ın mesajı Mutabakatın reddedilmesiyle karşılık buldu. 22 Mart 2015 tarihinde Ukrayna dönüşü uçakta gazetecilere konuşan dönemin Türk başbakanı Erdoğan, Dolmabahçe’de birbirinden farklı iki metin okunduğunu, yapılan açıklamayı doğru bulmadığını ve İzleme Heyeti’ne karşı olduğunu söyledi.

Tecrit Başladı

Nitekim Erdoğan’ın bu sözlerinin ardından İzleme Heyeti üyelerinin katılımı ile yapılması planlanan o görüşme gerçekleşmedi. Reber Öcalan, 5 Nisan 2015’te bir araya geldiği HDP heyetine bu görüşmelerinin son olabileceğini  söyledi ve bu görüşmeden sonra İmralı Heyeti’nin bir daha adaya gitmesine izin verilmedi. 

Eğer, Dolmabahçe Mutabakatı’na uygun bir süreç izlenip, Erdoğan tarafından reddedilmeseydi, İzleme Heyeti’nin İmralı’ya gidişiyle birlikte derinlikli müzakere sürecine geçiş başlayacaktı. Bu aşamadan sonra da İzleme Heyeti, İmralı’ya gidişiyle birlikte, yasal güvence alındıktan sonra Reber Öcalan tarafından PKK’ye, Türkiye’ye karşı silahların bırakılması için tarihi ve gündemi belirlenmiş bir kongre çağrısı yapılacaktı.

5 Nisan 2015’te Tecridin başlamasıyla provokasyonlar da başladı

Mutabakatın reddedilmesi ve 5 Nisan 2015 tarihinden itibaren Reber Öcalan üzerinde ağır tecrit başlatılması, daha önce Reber Öcalan tarafından sık sık dile getirilen “darbe mekaniğinin” yeniden devreye girmesine zemin hazırladı. 

11 Nisan’da Ağrı’nın Diyadin ilçesi Tendürek kırsalında barış çadırına müdahale eden askerler ile HPG güçleri arasında çatışma çıktı. İmralı Heyeti Sözcüsü Sırrı Süreyya Önder, Reber Öcalan’ın benzer provokasyonlar olacağı konusunda kendilerini uyardığını açıkladı. 

HDP’nin seçim mitinglerine saldırılar düzenlendi. Emniyet ve MİT ile ilişkisi olduğu daha sonra mahkeme belgelerine yansıyacak olan DAİŞ’in Antep hücresi bu dönemde devreye girdi. 7 Haziran seçimleri ise, hem hükümet hem de muhalefet için kırılma noktası oldu. AKP, yüzde 40.87 oy alarak tek başına hükümet kurma sayısını kaybetti. HDP ise 13.8 oy oranı ile barajı geçerek “seçimin tek kazananı” olarak değerlendirildi. 

B ve C planı

6-8 Ekim Kobanê olaylarından hemen sonra 30 Ekim 2014 tarihinde Türkiye tarihinin en uzun Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında karara bağlandığı daha sonra ortaya çıkacak olan “Çöktürme Eylem Planı’’, 29 Haziran tarihli MGK toplantısından itibaren devreye konuldu. 

Erdoğan, 21 Mayıs’ta katıldığı bir televizyon programında seçimlerin bir kırılma noktası olduğunu ve seçim sonuçlarına göre B ve C planlarının hayata geçirilebileceğini söyledi. 

Müdahale Dönemi Başladı

20 Temmuz tarihinde Urfa Suruç’ta Kobani’deki savaş mağduru çocuklara oyuncak götürmek için toplanan Türkiyeli 33 gencin katledilmesi ardından yine Urfa’nın Ceylanpınar ilçesinde 2 polis şaibeli şekilde öldürüldü. Bir komplo olduğu daha sonra ortaya çıkan bu olayın, hükümet cephesinde sürecin bitirilmesinin gerekçesi sayılıp, yeniden çatışmalı sürece dönüşün zemini yapıldığı netleşti. Böylece 24 Temmuz 2015’te tüm gerilla alanlarına onlarca savaş uçaklarıyla tarihin en kapsamlı hava operasyonları başlatıldı. Bu saldırılar ile KCK’li yetkililerden “AKP ateşkesi resmen bitirdi” açıklaması geldi.

Bu tarihle birlikte Kürt siyasal hareketi ve diğer toplumsal muhalefet güçlerine dönük ağır bir yönelim başlamış oldu. 

Sokağa Çıkma Yasakları ve Darbe 

Çözüm sürecinin bitirilmesinin ardından 12 Ağustos’ta Muş’un Varto ilçesinde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Bu sokağa çıkma yasakları daha sonra Silvan, Cizre, Sur, Nusaybin, İdil, Yüksekova, Dargeçit, Lice, Hani ve Kuzey Kürdistan’ın bir bütünü olmak üzere diğer birçok merkezini kapsadı, aylar süren çatışmalar yaşandı. 

Tank, helikopter ve ağır silahların kullanıldığı bu çatışmalarda, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) raporlarına göre, 16 Ağustos 2015 ile 18 Mart 2016 tarihleri arasında 72’si çocuk, 62’si kadın en az 310 sivil yaşamını yitirdi. 1 milyon 809 bin kişi en temel yaşam ve sağlık hakları ihlal edilerek, bu yasaklardan etkilenmiştir.

Birleşmiş Milletler (BM) ise, “Elimizde, Türk güvenlik güçlerinin Cizre’de 100’den fazla insanı canlı canlı yaktığına dair tanık raporları var” diyerek yasağın en uzun sürdüğü ilçelerden biri olan Cizre’de yerinde inceleme yapmak istedi. Ancak hükümet bu talebi reddetti.

2015-2016 yılı içerisinde kentlerde yaşanan çatışmalar, 15 Temmuz darbe girişimini hazırladı. Bu çatışmalarda yer alan askerler için “cezasızlık zırhı” anlamına gelen yasal düzenlemeler yapılması, darbeye kapı araladı.

Bu durum Reber Öcalan’ın “Çözüm süreci gelişmezse darbe mekaniği devreye girer” öngörüsünü de haklı çıkardı.

Muhalefete Müdahale, OHAL İlanı ve Kayyumlar

Mutabakat sonrası dönemin en kritik kararı ise 20 Temmuz 2016 tarihinde Olağanüstü Hal’in ilan edilmesi oldu. Yine muhalefetin güçlü şekilde hazırlandığı, Türkiye’de rejim değişikliğinin ilk seçimi olan 16 Nisan 2017 referandumu, OHAL koşulları altında yapıldı ve YSK’nin tartışmalı kararıyla “Evet” önde çıktı. 

Bu süreçte demokrasi ve seçmen iradesine yönelik en büyük müdahale 94 belediyesi bulunan Demokratik Bölgeler Partisinin (BDP) belediyelerine kayyum atanmasıyla gerçekleşti. KHK ile yapılan ihraçlar ve cezaevine atılan insanların 200 bini aşması, Suriye’ye dönük askeri operasyonlar, OHAL sonrası getirilen yasal düzenlemeler, 24 Haziran seçimleri ve Meclis’in fiilen işlevsizleştirilmesi Kürt siyasal hareketi ve toplumsal muhalefete müdahale sürecinin ana aşamaları oldu. 

Efrin İşgali ve Rojava Devrimi’ne dönük saldırılar

Türk Devleti’nin yoğunlaştırılmış İmralı tecridine paralel olarak bir bütün Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında devam eden savaşın dozajı durmadan artıyor. Türk Devleti 2018 yılında düşmanca tavrının Kürtlerin tamamına yönelik olduğunu bir kez daha ortaya koydu. 20 Ocak 2018’de Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile Özgür Suriye Ordusu’na bağlı çeteler Rojava’nın Afrin kentine yönelik “Zeytin Dalı Operasyonu” adıyla bir işgal saldırısı düzenledi. Tamamen Kürt şehri olan Afrin’e en ağır silahlarla havadan ve karadan saldırılar yapıldı. Bir çok sivil ve çocuk bu saldırılar sonucu katledildi. Hastaneler ve içme su tesisleri vuruldu. Afrin halkı soykırım ile yüz yüze kaldı. Yüzbinlerce insan evini, toprağını terk etmek zorunda kaldı. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin (SOHR) verilerine göre, 18 Mart 2018 günü 350 bin sivil Efrin’den çıkmak zorunda kaldı. Bugün Afrin Türk devleti ve çeteleri tarafından işgal edilmiş durumda ve demografyası tamamen değiştirilmiştir. Kalan Kürt nüfusu asimile etmek için Türk eğitim sistemi çerçevesinde okullar açılmış, kaymakamlıklar atanmıştır.

Rojava devrimi gerçekleştiğinden beri sürekli tehdit eden ve saldırı pozisyonunda bulunan Türk Devleti radikal terör çetelerine (DAİŞ, EL-NUSRA) destek verdiği gibi fiili olarak Rojava’yı işgal etme girişimlerini de sürdürmektedir.

Açlık Grevleri

7 Kasım 2018’de cezaevinde bulunan HDP Hakkari Milletvekili ve Demokratik Toplum Kongresi Eş Başkanı Leyla Güven Reber Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması amacıyla süresiz dönüşümsüz açlık grevine başladığını duyurdu. Güven açlık grevinin 79’ncu gününde cezaevinden tahliye edildi.  Leyla Güven’den kısa bir süre sonra ise çoğunluğu hapishanelerde tutuklu ve hükümlülerden oluşan, Türkiye, Kuzey Kürdistan, Güney Kürdistan, Kanada ve Avrupa genelinde aralarında milletvekillerinin, sanatçıların ve gazetecilerin de olduğu 3 bin 235 kişi açlık grevine katıldıklarını duyurdular. 30 Nisan 2018 tarihinde cezaevlerinde eylemini sürdüren 30 kişi açlık grevi eylemini ölüm orucu eylemine dönüştürdüler.

Tecridi protesto etmek amacıyla cezaevlerinde eylemi sürdüren 8 kişi yaşamına son vererek fedai eylem gerçekleştirdiler. Açlık grevleri sürerken Reber Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan 13 Ocak tarihinde İmralı’ya giderek görüşme yaptı. Bu gelişmeyle birlikte Reber Öcalan’ın avukatları 8 yıl sonra 2 ve 22 Mayıs tarihlerinde müvekilleriyle görüşebildi. 

Son olarak 22 Mayıs günü avukatları ile görüşen Reber Abdullah Öcalan, eylemi sürdüren eylemcilere, destekleyen halklara ve herkese teşekkür ederek eylemin sonlandırılmasını istedi.

26 Mayıs 2018 günü Leyla Güven ve eylemi sürdüren tüm eylemciler, yaptıkları basın açıklaması ile açlık grevi eylemini sonlandırdıklarını duyurdular.

Görüşme Müzakere Değil, Tecrit Bitmedi

Reber Öcalan avukatları aracılığı ile kamuoyuna ilettiği mesajlarda avukat ve aile görüşlerinin devam edeceğinin garantisinin olmadığını ve devlet yetkilileri ile “çözüm süreci” benzeri bir müzakere sürecinin olmadığını belirtti. Bununla birlikte tüm açlık grevi eylemcileri yaptıkları açıklamalarda tecridin son bulmadığını fakat önemli bir açık kapı yaratıldığını, Reber Öcalan’ın sesinin dışarı çıkmasının savaş durumlarını tersine çevirebileceğini ve bundan sonra tecridin tamamen son bulması için daha çok mücadele edilmesi gerektiğini dile getirmişlerdi.

MEVCUT DURUMDA

Ne savunma ne de insan hakları

Reber Öcalan’ı savunmak her zaman çok zor bir görev olmuştur. Reber Öcalan’ın avukatları çok uzun zaman boyunca tehdit edilmiş ve baskılara maruz kalmışlardır. Haklarında sayısız dava açılmış ve birçoğu düzenlenen yeni ceza yasası kapsamında davayla ilgilenmekten men edilmişlerdir. Bazıları 2003’ten bu yana olmak üzere, Reber Öcalan’ın mahkumiyet koşullarından dolayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan bir çok başvuru askıda beklemektedir.

2011 Kasım ayından bu yana bazı hukuk büroları polis tarafından basılmış ve AİHM ile ilgili devam eden davalara ilişkin dosyalara el konulmuştur. Reber Öcalan’ı temsil eden 36 avukatı daha önce eşi benzeri görülmemiş bir şekilde, uluslararası hukuk kuralları açısından çok önemli olan yasal savunma hakkından Reber Öcalan’ı mahkum bırakmak amacıyla tutuklandılar. Avukatların çoğu hala cezaevinde bulunmaktadır ve tutuklanmadan bir süre önce başlayan ve hala devam eden yargılanma süreci uluslararası gözlemciler tarafından da takip edilmektedir.

Reber Öcalan Kürt halkının siyasi iradesini temsil ettiği gibi ulusal ve uluslar arası arenada da Kürt halk önderi olarak kabul edilmektedir. Kürtler Reber Öcalan’ın bir politik rehine olduğunu bilmektedirler. İmralı İşkence sistemini kırmak ve dağıtmak için bir çok eylem ve etkinlik inatla ve ısrarla sürdürülmektedir. Reber Öcalan’ın özgürlüğü için dünyanın her tarafında ve Kürdistan’da imza kampanyaları etkili yürütülmüştür. TIME dergisi 2013 yılında Reber Öcalan’ı en etkili 100 insan arasında göstermiştir. Avrupa’da bir çok belediye tarafından onursal başkanlık verilmiştir. İdeolojisi, felsefesi dünyanın bir çok yerinde tanıtılmakta ve demokratik konfederalizm tezleri ile pratikleşmektedir.

Bu açıdan Kürt halkı ve Ortadoğu halkları için günümüzde evrensel bir boyut kazanmış paradigmasıyla yaşanılabilir bir sistem ve dünya umudu taşıyan Reber Abdullah Öcalan’ın fikirlerinin fiziki olarak özgürlüğünün sağlanmasıyla, yaşanan savaşları Demokratik ve kalıcı bir barış çözümüne çevireceği artık herkesçe kabul edilmektedir.